''Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı
görülmemiş bir olay gerçekleşir. Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden
vazgeçer ve hiç kimse ölmez...''
Başrolü ölüm olan kitap, işte tam bu olaydan sonrasını ele
alıyor. İnsanlar artık ölmemeye başlarsa neler oluru gayet soğukkanlı ve
objektif, bir o kadar da keyifli bir dille okuyucuya sunuyor. Bir roman
okurmuşcasına rahatça okunan kitap bir yandan da kafanızın içinde binlerce
sorular oluşturuyor.
Hadi ölmesin o zaman insanlar, bayram yerine dönsün sokaklar,
şenlikler dalga dalga yayılsın tüm ülkeye, herkes şaşkın ama bir o kadardan da
fazla mutlu. Ölüm kayboldu, herkesin duyunca irkildiği ölüm artık bu
topraklarda yok.. Bir basın açıklaması dinleyelim o zaman, sağlık bakanına
sorsun gazeteci: Efendim, durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Bakan durumun
endişe verici olmadığını, Tanrı'nın artık böyle uygun gördüğünü, bizlerin de bu
duruma memnuniyetle ayak uyduracağına dair bir takım cümleler söyler. Günler
geçer, geçer geçer.. Tabi hayat hep gülüp eğlenmekten ibaret değildir. Bazen
gülenlerle ağlayanların nedenleri aynı olabilir hayatta. Ne mi mesela? Herkes
memnunken cenaze levazımatı ile uğraşan firmalar isyan etmektedir. Dünyanın
varoluşundan bu yana süre gelen meslek sekteye uğramıştır. Artık hiç cenaze
kaldırılmamaktadır. Peki bu insanlar nasıl geçineceklerdir artık sorusuna cevap
verilmelidir. Pek tabi hükümet buna bir çözüm bulur. Kedi, köpek, kuş, sirk
hayvanları vb canlılara cenaze kaldırılması zorunlu kılınmıştır bundan sonra ki
cenaze levazımatçıları işsiz kalmasın. (Not: Ne kadar da tatlı bir çözüm ) Bu
halledildi halledilmesine de, hastaneler devreye girer sonra. Ne mi olmuş
hastanelerde? Koridorlara kadar taşmış hastalar.. Ölüm döşeğindekiler
ölmediğinden ve hasta sayıları da gün geçtikçe arttığından hasta odalarının
sayısı yetersiz gelmeye başlamış. Ne yapsak ki diye düşünüp çok makul ve insani
bir basın açıklaması yapılmış. Saygıdeğer hasta yakınları, ölmek üzere olup da
ölemeyen hastalarınızı sevgi dolu evlerinize alınız ve bakımlarını bizzat
kendiniz yapınız denmiş, böylelikle arafta olan hastalar boşu boşuna odalarda
yer işgal etmez olmuş. Çok geçmeden mutlu son yuvaları da dile gelmiş. Mutlu
sondan kasıt huzur evi aslında. Belli yaşı aşıp artık ölmesi beklenen yaşlılar
ölmeyince huzur evleri çığrından çıkmış tabi. Piramit tersine dönmüş, hergün
bakım isteyen, kendi işlerini göremeyenlerin sayısı sürekli artarken, onlara
bakanların sayısının aynı kalması mantıklı mı hiç? Hayır. O zaman ne yapmalı
diye sormuş bakan? Huzur evi sayısının artması gerekiyor, konut veya sarayları
mı huzur evine dönüştürsek ya da daha ileri geleceği de temin altına almak
adına sadece bu amaca hizmet eden büyük binalar mı inşa etsek diye düşünüp,
huzur kasabaları inşa etmeye karar vermişler. Hoşnutsuzluk emaresi gösteren bir
diğer kurum da sigortacılar olmuş. İnsanlar sağlık sigortalarını iptal eder
hale geldiğinden sigortacılık baştan ele alınmış, 80 yaşı sembolik ölüm yaşı
ilan edilmiş mesela.
Tüm bunlar olurken devlet ne yapacağını şaşırmış hale gelmiş
tabi ve bir komisyon oluşturmuş. Farklı dinlerin temsilcileri, felsefeciler,
sosyologlar falan varmış bu kurulda. Amaç ölümün olmadığı bu ülkede olası
durumları tespit edip önlem almak. Problem şu ki, masanın başındakilerin
hiçbiri ölümün artık olmuyor oluşuna göre fikir yürütemezlermiş.
'' Dinlerin varoluş nedeninin temelinde, ölüm olgusu
yatmaktadır. Ölüm olmadığı sürece dinin de işlevi kalmayacaktır. Çünkü din
dünyevi bir konudur aslında, öbür tarafla hiçbir ilgisi yoktur. '' Sadece bu
taraftakileri ilgilendirir. Ölümün artık olmuyor oluşunu kabul etmek kiliseyi
işlevsiz kabul etmek demektir, bu temelin üzerinde fikirler yürütmek bir din adamı
için kendi disiplinini çürütmek demektir.
''Felsefenin de ölüme ihtiyacı vardır. Felsefe yapmak, ölmeyi
öğrenmektir.'' Dolayısıyla hiçbiri ölümün kaybolmasını kabullemeyip, bunu ancak
Tanrı'nın bu şekilde uygun gördüğü neticesine varmışlar ve ülke çapında bir dua
kampanyası başlatma kararı almışlar.
Din adamları, düşünürler, siyasetçiler düşünedursunlar.
Sınırın 2 km gerisinde bir köyde yaşayan, ölüm döşeğindeki yaşlı
adam çoktan bulmuş kendi çaresini. Kızlarından son ricası, onu sınırın ötesine geçirip
ölmesini sağlamalarıymış. Kızları ilk başta tereddüt etseler de, babalarının daha
fazla acı çekmesine tanık olmak istememişler ve yaşlı adamı sınırın ötesine taşımışlar.
Adamcağız sınırın ötesinde can vermiş. Ertesi gün haberlerdeki manşet 'Katil Kız
Kardeşler' olmuş. Ne toplumun vicdanı ne de devlet izin vermemiş pek tabi bu gayriahlaki
duruma. Silahlı kuvvetler sınırlar boyunca nöbet tutmaya başlamış, kimse cinayete
teşebbüs etmesin diye ama ne çare. Mafya girmiş için içine. Adamlar parayı çatır
çatır alıp, isteyenlarin hastalarını sınır dışına taşıyıp bir de üstüne defin işlerini
hallediyorlarmış. Tam hizmet anlayacağınız. Silahlı kuvvetler ve mafya arasında
bir dolu problem tabi sonra ama ne çare. İnsanlar ölmek istiyor devlet izin vermiyor
öyle mi? (İçten içe istese de resmi olarak böyle bir şeye izin veremiyor) Bir darbe
tehlikesi oluşur. Gerçi bu durumda sıkılan kurşunlar pek işe yaramayacağından, kimse kimseyi öldüremeyeceğinden darbe falan da olmaz. Mafya sınırlara yaşlı ve hastaları
taşımaya devam eder. Komşu ülkeler girer sonra işin içine. Neymiş efendim, sınırları
mezarlıktan geçilmiyormuş. Bu bahane tabi, aslında onlar da ölümsüzlüğün sırrını
öğrenmek istiyorlar da, devlet meselesi haline getirmeye bahane arıyorlar işte. Nitekim
savaş falan çıksa bizim ülkenin askerleri ölmez, onların tarafı ölür, baştan kaybedilmiş
savaşa girmeye ne hacet demişler ve söndürüvermişler cılız seslerini çok geçmeden.
Ama sonra bu kıskançlıkları 'ucuz kurtulduk' tavrına bırakmış yerini. Çünkü ölünemeyen
ülkede bir kaos hakimdir. ''Şöyle ki ; Aktif nüfusun sayısı stabilken, emekli sayısı
sürekli artmaktaydı. Emekli kesimin aylıkları çalışanların emekleri neticesinde
ödendiği düşünüldüğünde, mutluluğun zirvesi gibi algılanan ölümün ortadan kaybolması
hiç de iyi şeylere sebep olmuyordu. Felaket kaçınılmazdı. Felaketten öte bu bir
karmaşa, bir afet, devletin iflası olacak, canını seven kaçsın denecek, ama bundan
kaçış olamayacaktı. Eğer tekrar ölmeyi beceremezsek dedi kral, sonumuz karanlık...
''
...
Ulusal televizyon genel müdürü bir sabah bir isimsiz bir mektup
alır ve okuduğu şeyler karşısında ne yapacağını şaşırır. Durumu başbakanla paylaşır.
Akşam dokuz haberlerinde basın açıklaması yapmaya karar verirler. Açıklamada mektup
tüm halka okunur:
Mektup ölümden gelmektedir. Kendisinden bu denli rahatsız olan
insanların sonsuz yaşamı görmelerini istemiş olan ölüm, görevine ara verdiği bu yedi ayın ardından geri dönmüştür. Ve saatler 12yi vurduğunda olması gereken ölümlerin hepsi gerçekleşmeye başlayacaktır. Bu demektir ki, bu gece toplu ölüm
manzaralarına şahit olacak olan ölünemeyen ülkenin insanlarının bu duruma tedbir
alması gerekmektedir. İç işleri bakanlığı, cenaze levazımatçıları birliğini, toplu
tabut imalatı için marangozlar birliğini devreye sokar. Artık ölmeyeceğine inanmış
insanların yaşayacağı ruhsal çöküntü için ise rehabilitasyon çalışmaları düşünülmektedir.
Kiminin felaket, kiminin ise kurtuluş olarak gördüğü an'a 3 saat kalmıştır. Ölüm
geri gelmiştir..
18-11-2015
*Tırnak içinde yazılanlar kitaptan alıntılardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder