17 Kasım 2015 Salı

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - 1 / Kitap Değerlendirmesi

''Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay gerçekleşir. Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve hiç kimse ölmez...''

Başrolü ölüm olan kitap, işte tam bu olaydan sonrasını ele alıyor. İnsanlar artık ölmemeye başlarsa neler oluru gayet soğukkanlı ve objektif, bir o kadar da keyifli bir dille okuyucuya sunuyor. Bir roman okurmuşcasına rahatça okunan kitap bir yandan da kafanızın içinde binlerce sorular oluşturuyor.

Hadi ölmesin o zaman insanlar, bayram yerine dönsün sokaklar, şenlikler dalga dalga yayılsın tüm ülkeye, herkes şaşkın ama bir o kadardan da fazla mutlu. Ölüm kayboldu, herkesin duyunca irkildiği ölüm artık bu topraklarda yok.. Bir basın açıklaması dinleyelim o zaman, sağlık bakanına sorsun gazeteci: Efendim, durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Bakan durumun endişe verici olmadığını, Tanrı'nın artık böyle uygun gördüğünü, bizlerin de bu duruma memnuniyetle ayak uyduracağına dair bir takım cümleler söyler. Günler geçer, geçer geçer.. Tabi hayat hep gülüp eğlenmekten ibaret değildir. Bazen gülenlerle ağlayanların nedenleri aynı olabilir hayatta. Ne mi mesela? Herkes memnunken cenaze levazımatı ile uğraşan firmalar isyan etmektedir. Dünyanın varoluşundan bu yana süre gelen meslek sekteye uğramıştır. Artık hiç cenaze kaldırılmamaktadır. Peki bu insanlar nasıl geçineceklerdir artık sorusuna cevap verilmelidir. Pek tabi hükümet buna bir çözüm bulur. Kedi, köpek, kuş, sirk hayvanları vb canlılara cenaze kaldırılması zorunlu kılınmıştır bundan sonra ki cenaze levazımatçıları işsiz kalmasın. (Not: Ne kadar da tatlı bir çözüm ) Bu halledildi halledilmesine de, hastaneler devreye girer sonra. Ne mi olmuş hastanelerde? Koridorlara kadar taşmış hastalar.. Ölüm döşeğindekiler ölmediğinden ve hasta sayıları da gün geçtikçe arttığından hasta odalarının sayısı yetersiz gelmeye başlamış. Ne yapsak ki diye düşünüp çok makul ve insani bir basın açıklaması yapılmış. Saygıdeğer hasta yakınları, ölmek üzere olup da ölemeyen hastalarınızı sevgi dolu evlerinize alınız ve bakımlarını bizzat kendiniz yapınız denmiş, böylelikle arafta olan hastalar boşu boşuna odalarda yer işgal etmez olmuş. Çok geçmeden mutlu son yuvaları da dile gelmiş. Mutlu sondan kasıt huzur evi aslında. Belli yaşı aşıp artık ölmesi beklenen yaşlılar ölmeyince huzur evleri çığrından çıkmış tabi. Piramit tersine dönmüş, hergün bakım isteyen, kendi işlerini göremeyenlerin sayısı sürekli artarken, onlara bakanların sayısının aynı kalması mantıklı mı hiç? Hayır. O zaman ne yapmalı diye sormuş bakan? Huzur evi sayısının artması gerekiyor, konut veya sarayları mı huzur evine dönüştürsek ya da daha ileri geleceği de temin altına almak adına sadece bu amaca hizmet eden büyük binalar mı inşa etsek diye düşünüp, huzur kasabaları inşa etmeye karar vermişler. Hoşnutsuzluk emaresi gösteren bir diğer kurum da sigortacılar olmuş. İnsanlar sağlık sigortalarını iptal eder hale geldiğinden sigortacılık baştan ele alınmış, 80 yaşı sembolik ölüm yaşı ilan edilmiş mesela.

Tüm bunlar olurken devlet ne yapacağını şaşırmış hale gelmiş tabi ve bir komisyon oluşturmuş. Farklı dinlerin temsilcileri, felsefeciler, sosyologlar falan varmış bu kurulda. Amaç ölümün olmadığı bu ülkede olası durumları tespit edip önlem almak. Problem şu ki, masanın başındakilerin hiçbiri ölümün artık olmuyor oluşuna göre fikir yürütemezlermiş.

'' Dinlerin varoluş nedeninin temelinde, ölüm olgusu yatmaktadır. Ölüm olmadığı sürece dinin de işlevi kalmayacaktır. Çünkü din dünyevi bir konudur aslında, öbür tarafla hiçbir ilgisi yoktur. '' Sadece bu taraftakileri ilgilendirir. Ölümün artık olmuyor oluşunu kabul etmek kiliseyi işlevsiz kabul etmek demektir, bu temelin üzerinde fikirler yürütmek bir din adamı için kendi disiplinini çürütmek demektir.

''Felsefenin de ölüme ihtiyacı vardır. Felsefe yapmak, ölmeyi öğrenmektir.'' Dolayısıyla hiçbiri ölümün kaybolmasını kabullemeyip, bunu ancak Tanrı'nın bu şekilde uygun gördüğü neticesine varmışlar ve ülke çapında bir dua kampanyası başlatma kararı almışlar.

Din adamları, düşünürler, siyasetçiler düşünedursunlar.

Sınırın 2 km gerisinde bir köyde yaşayan, ölüm döşeğindeki yaşlı adam çoktan bulmuş kendi çaresini. Kızlarından son ricası, onu sınırın ötesine geçirip ölmesini sağlamalarıymış. Kızları ilk başta tereddüt etseler de, babalarının daha fazla acı çekmesine tanık olmak istememişler ve yaşlı adamı sınırın ötesine taşımışlar. Adamcağız sınırın ötesinde can vermiş. Ertesi gün haberlerdeki manşet 'Katil Kız Kardeşler' olmuş. Ne toplumun vicdanı ne de devlet izin vermemiş pek tabi bu gayriahlaki duruma. Silahlı kuvvetler sınırlar boyunca nöbet tutmaya başlamış, kimse cinayete teşebbüs etmesin diye ama ne çare. Mafya girmiş için içine. Adamlar parayı çatır çatır alıp, isteyenlarin hastalarını sınır dışına taşıyıp bir de üstüne defin işlerini hallediyorlarmış. Tam hizmet anlayacağınız. Silahlı kuvvetler ve mafya arasında bir dolu problem tabi sonra ama ne çare. İnsanlar ölmek istiyor devlet izin vermiyor öyle mi? (İçten içe istese de resmi olarak böyle bir şeye izin veremiyor) Bir darbe tehlikesi oluşur. Gerçi bu durumda sıkılan kurşunlar pek işe yaramayacağından, kimse kimseyi öldüremeyeceğinden  darbe falan da olmaz. Mafya sınırlara yaşlı ve hastaları taşımaya devam eder. Komşu ülkeler girer sonra işin içine. Neymiş efendim, sınırları mezarlıktan geçilmiyormuş. Bu bahane tabi, aslında onlar da ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek istiyorlar da, devlet meselesi haline getirmeye bahane arıyorlar işte. Nitekim savaş falan çıksa bizim ülkenin askerleri ölmez, onların tarafı ölür, baştan kaybedilmiş savaşa girmeye ne hacet demişler ve söndürüvermişler cılız seslerini çok geçmeden. Ama sonra bu kıskançlıkları 'ucuz kurtulduk' tavrına bırakmış yerini. Çünkü ölünemeyen ülkede bir kaos hakimdir. ''Şöyle ki ; Aktif nüfusun sayısı stabilken, emekli sayısı sürekli artmaktaydı. Emekli kesimin aylıkları çalışanların emekleri neticesinde ödendiği düşünüldüğünde, mutluluğun zirvesi gibi algılanan ölümün ortadan kaybolması hiç de iyi şeylere sebep olmuyordu. Felaket kaçınılmazdı. Felaketten öte bu bir karmaşa, bir afet, devletin iflası olacak, canını seven kaçsın denecek, ama bundan kaçış olamayacaktı. Eğer tekrar ölmeyi beceremezsek dedi kral, sonumuz karanlık... ''

...

Ulusal televizyon genel müdürü bir sabah bir isimsiz bir mektup alır ve okuduğu şeyler karşısında ne yapacağını şaşırır. Durumu başbakanla paylaşır. Akşam dokuz haberlerinde basın açıklaması yapmaya karar verirler. Açıklamada mektup tüm halka okunur:

Mektup ölümden gelmektedir. Kendisinden bu denli rahatsız olan insanların sonsuz yaşamı görmelerini istemiş olan ölüm, görevine ara verdiği bu yedi ayın ardından geri dönmüştür. Ve saatler 12yi vurduğunda olması gereken ölümlerin hepsi gerçekleşmeye başlayacaktır. Bu demektir ki, bu gece toplu ölüm manzaralarına şahit olacak olan ölünemeyen ülkenin insanlarının bu duruma tedbir alması gerekmektedir. İç işleri bakanlığı, cenaze levazımatçıları birliğini, toplu tabut imalatı için marangozlar birliğini devreye sokar. Artık ölmeyeceğine inanmış insanların yaşayacağı ruhsal çöküntü için ise rehabilitasyon çalışmaları düşünülmektedir. Kiminin felaket, kiminin ise kurtuluş olarak gördüğü an'a 3 saat kalmıştır. Ölüm geri gelmiştir..


18-11-2015



*Tırnak içinde yazılanlar kitaptan alıntılardır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder