30 Eylül 2016 Cuma

Var Olmayan Dünyalar


Bir dünya düşünün ki ölüm yok. Başka bir dünya daha düşünün ki tarih yok, kelime yok, kitap yok, duygu yok, farklılık yok. Bir diğerinde birey yok, düzeni temsil eden biz var. Kimi kurgularda kast sistemi hakimken, bazılarında eşitlik var…

Gerçek olmayan dünya ve gelecek öngörüleri. Ütopyalar ve distopyalar.

Ray Bradbury-Fahrenheit 451, Yevgeni Zamyatin-Biz, Aldous Huxley-Cesur Yeni Dünya, George Orwell-Bin Dokuz Yüz Seksen Dört gibi kitapların öncülük ettiği distopik romanlar akımını, yine kitaplardan esinlenilerek kurgulanmış Otomatik Portakal, Matrix, 2012, Açlık Oyunları, Uyumsuz, In Time gibi, kimisi kaliteli kimisi vasat, sayısız film takip etmiştir. Tüm bu kitaplar, filmler olmayan gelecek kurgularıdır. Peki neden?
İnsan neden var olmayanı, henüz gerçekleşmeyeni görmek, bilmek ister? İnsanlar neden acaba’larına cevap bulmak için ideal gelecek, ideal dünyayı tanımlamaya çalışır? Ya da tam tersi, içinde bulundukları dönemin olumsuz gidişatı dolayısıyla karamsar bir tabloyla gelecek resmi çizerler?
Geleceğe dair bir takım öngörülebilir sosyal endişeleri olan insanlar, bu öngörülerini herkesle paylaşarak ‘bak böyle olmayalım, doğru yöne gitmiyoruz’ demeye mi çalışıyorlardır?

Ütopyalar, belki de hiç gerçek olmayacak çünkü olamayacak olan ideal dünya tasavvurlarıdır. Distopyalar ise bizi bekleyen karamsar gelecek kurguları… Bu iki kavram birbirlerini olumsuzluyor olsalar da ilginç şekilde aynı düşünsel temele sahiptirler. Neden Thomas More’un, Platon’un kurgusu ütopya oluyor da Orwell’inki distopya oluyor? Neden More’un olmayan ülkesi daha yaşanılası? Hangi kriterlere göre daha ideal? Komünizm de ideale ulaşma çabasıyla düşünülmüş ekonomik ütopya değil mi? Peki gerçekleştirilmeye çalışıldığında gerçekten vad ettiği düzeni sunabildi mi? Ya da Nazi Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı ve Stalin Rusya’sı gibi özgürlükleri kısıtlayan, despotik rejimler hangi düşünsel arka planlarla ortaya çıktı?


18. yüzyılda teknolojik gelişmeler günlük yaşantıya girmeye başlamış ve gelişen imkânlarımızla beraber, insanlar pembe gelecek öngörülerinde bulunmuşlardı. İyimser Felsefe. Peki ne olmuştur da, pembe ütopyalar, siyah distopyalara dönüşmüştür? 2.Dünya Savaşı sonrası teknolojinin yıkıcı etkileri, zihinlerde sirenlerin çalmasına, ‘ya içinde bulunduğumuz ivmeli gelişme hali bizi iyi yerlere götürmüyorsa?’ sorunsallarının oluşmasına sebep olmuştur. O gün bugündür, geleceğe dair olumsuzlamaları dinleyip, izleyip, okumaktayız. Tüm alternatif kurguları düşünmekteyiz, önceden korkup, tedirgin olmaktayız. Ne demişler, yarının işini yarına bırakma, bugünden yap. Gelecekten, gidişattan sürekli korkarak ve hep endişe ederek yada sürekli geçmişe özlem duyarak mı yaşayacağız? Kitlesel paranoyaklaşma hali. Günümüz dünyası da Orwell’in bir zamanlar öngördüğü distopik gelecek değil mi zaten. Orwell mi dedik? O kim? Distopik romanlar akımının kült yazarlarından biri. Distopyalar ise son yüzyılımızın akımı. Kaliteli felsefi sorularla başlayıp, gereksiz endişeler silsilesiyle sonlanan akım. Boşa çıkan post-modern özgürlük çağı beklentisi.


Devasa büyüklükte ve yüksek teknolojiyle donatılmış kentler, özgürlüğü kısıtlanmış ve düşüncesi yönlendirilen izole toplumlar, karizmatik otorite, azamiye çıkartılan bir toplumsal denetim. Tercih hakkının, söz hakkının olmadığı, her şeyin kontrol altında olduğu totaliter bir rejimle yönetilen devasa hapishaneler. Büyük Kapatılma. Toplumsal ilişkilerin, kurumlar tarafından mükemmele yakın olarak örgütlendiği, herkesin makinenin küçük parçaları olarak bir işlev gördüğü, verimliğin had safada olduğu, her şeyin düzen tarafından belirlendiği, her hangi bir boşluk, tanımsızlık olmaksızın işleyen mükemmel sistemlerin fikir babaları, aslında akıllarında bir yerde gizli olan cenneti inşa etmeye çalışırken cehennemi inşa ederler. Toplum mühendislerinin, daimi doğruları oluşturmaya çalışırkenki çuvallama halleri.

Her zaman en iyisi hayal edilir, daha iyiye gitmek için de en’leri hayal etmek güzeldir, fakat bunu başkalarına dayatmaya başladığımızda ortaya hiç de daha iyisi çıkmıyor. Toplumun, kendi ‘en’ini kendisi ortaya çıkarması gerekiyor sanırım. Karıştı, sonuca bağlama vakti de geldi demektir öyleyse.


Şahsi kanaatim, distopyalar da aslında ideal olanı arama çabalarıyla ortaya çıkanların ütopyalarının gerçekleşmesi muhtemel sonuçlarıdır. İyi hedeflerle yola çıkan bu kişi veya grupların, her şey daha mükemmel olsun diye, toplumun olağan sürecine, insanın günlük hayatına yaptıkları dışarıdan müdahaleler, yapay ve insani olmayan düzenleri doğurur. Gerçekleştirilmeye çalışılmamış, gerçekleşmesi için kendine zemin bulamamış ütopyalar ‘ütopya’ olarak adlandırılmaya devam ediliyorlar, çünkü eğer gerçekleştirilselerdi –dikkat ediniz ettirgen bir çekim kullanmaktayım- hiç de planlandıkları gibi güzel bir yer olmayacaklardı. Çünkü yaşadığımız dünya hiçbir zaman o düşlenilen kusursuz yer olmayacak, zira olsaydı –ya da olma ihtimali oluyor olsaydı- zaten cennette yaşıyor olurduk ve ahiret denen şey de anlamını yitirirdi. 


26-09-2016